logo

Emin DEMİRTAŞ ile söyleşi ''Bizim derdimiz şuurlanma!''

  • 29.03.2023
  • 2752 görüntülenme
  • Okunma Süresi 18 dakika

''Bizim derdimiz şuurlanma!''

Farklı Avrupa şehirlerine göç eden vatandaşlarımız Avrupa'da  kültür ve dinlerini muhafaza etmek için camiler inşa ettiler. O dönemlerde geldikleri ülkelerin henüz dilini, dinini ve kültürünü bilmemelerine rağmen burada tutunmayı başaran bir nesil var. İlk senelerde amaçları sadece para biriktirmek olan bu insanlar aile kurdular, çoluk çocuğa karıştılar ve artık bu topraklarda kalıcı oldular. Geçmişten bugüne birçok insanımız vatan hasreti çekmiş olmalarına rağmen sıladan uzak, gelecek nesiller için hiç durmadan çalıştılar ve bugünümüzde var olan cami ve teşkilatlarımızı Avrupa'nın farklı şehirlerinde kurdular.

Belçika İslam Federasyonu emektarlarından ve halihazırda Bölge Danışmanı ve Hac Umre Kafile Başkanlığı görevini sürdüren Emin Demirtaş, geçmişten bugüne federasyon çalışmalarıyla ilgili merak edilen sorularımızı cevapladı.

Demirtaş; “Bizim derdimiz şuurlanma” diyerek gençlerimizin sorumluluk almaları ve bilinçlenmelerine yönelik çalışmaların artması konusuna dikkat  çekti.

Emin Demirtaş ile çok özel söyleşimiz sizlerle...

1) Biraz kendinizden bahseder misiniz? Emin Demirtaş kimdir, nerelidir ve ne zaman gelmiştir Belçika'ya?

"Aydın Sökeliyim. Belçika'ya 1974 yılında geldim. Maden ocağında işçi olarak çalıştım. 1999'da emekli oldum. Belçika'dan önce Hollanda'ya turist olarak ağabeyimin yanına geldim bir yıl orada kaldım."

2) Yirmi dört yaşınızda Avrupa'ya geldiğinizde yaşınız daha çok gençti. O zamanki gençlik ile bu zamanki gençlik arasında ne gibi farklılıklar görüyorsunuz? Dini çalışmalar hangi yöndeydi?

"Yeni gelmiştik ne iş olursa mecbur çalışmak durumundaydık. Çalıştığım iş çok ağır bir işti. O seneleri İslami çalışmalar yoktu, Milli Görüş bile yoktu burada. Yeni yeni kurulan camiler vardı. O zamanın gençliği çok azdı. Türkiye'den gelenler normal yaşta geldiler işçi olarak. Gelen işçilerin çocukları yeni yeni büyüyorlardı. İslami yönden pek bir gelişmişlik yoktu maalesef. Kitaplar, hocalar, telefonlar bile yoktu. Tabi daha sonra, Allah yapanlardan razı olsun, İslami gelişmeler oldu. Türkiye'den Ramazan'dan Ramazan'a hoca getiriyorduk. Genelde orta yaşlı insanlar vardı benim geldiğim zamanda."

3) Yabancı bir ülkeye geldiniz; dinini, dilini kültürünü bilmediğiniz bir ülkeye. Çektiğiniz en büyük zorluk neydi?

"En fazla burada Avrupa'da çektiğim kendi adıma en büyük sıkıntı İslami yöndeki bir çalışmanın eksikliğiydi."

4) Teşkilatla tanışmanız ne zaman ve nasıl gerçekleşti? Avrupa'da o zamanlar Milli Görüşün durumu nasıldı?

"1978 yılında Milli Görüş ile tanıştım. Rahmetli Hasan hoca Brüksel'deydi, Beringen'de Tosun Torun hocamız vardı, geçen sene vefat etti. Onunla tanıştık ve birkaç kişi ile burada Milli Görüş kimliğimiz yavaş yavaş belirlenmeye başladı. İslami kimliğimizden dolayı sıkıntı çektik. Çünkü, Müslüman kardeşlerimiz bize karşı tavır almışlardı o yıllarda. Kendi sohbetlerimde, konuşmalarımda gençlere şöyle diyorum tabiri caizse ''Siz şuanda cennetteki gibi bir durumdasınız''. Hocalarımız, cemiyetlerimiz, teşkilatlarımız, sohbetlerimiz var her şey ayaklarımızın altında ve şuanda her türlü imkan bulunmakta. Her şeye hazır konulmuş ama o zamanlar biz öyle değildik."

5) Biraz o zamanki faaliyetlerinizden bahseder misiniz?

"Cami lokallerinde Kur'an okuyorduk. Birimiz okuyordu diğerimiz dinliyordu. Kendi kendimizi yetiştiriyorduk. Bilenler bilmeyenlere Kur'an okutuyordu. Dokuz-on kişiydik. Türkiye'den gelenler o zamanki yönetimden dolayı bize fırsat vermiyordu. Bize sakallılar lakabını takmışlardı. Hasan Damar abimiz hep gündeme getirirdi. Yabancı ülkelerden buraya gelenler Hristiyan ve Yahudiler papazlarıyla hahamlarıyla buraya gelirlerdi. Biz tabiri caizse başı boş gönderildik. Mesela bir ev buluyorduk namaz kılıyorduk, bir fabrikanın lojmanını bulup bayram namazını kılıyorduk. Milli Görüş hareketi yeni başlamıştı o zaman, daha tanımıyorduk. Kendi çabamızla bir şey yapmaya çalışıyorduk."

6) Almış olduğunuz ilk görev neydi ve sonrasında Milli Görüş'deki çalışmalarınızdan bahseder misiniz?

"1979 yılında Beringen'deki Diyanet işlerine bağlı caminin dernek başkanı oldum. Orada bir yıl görev yaptım. İkinci yıl bize karşı menfi çalışmalardan dolayı seçimi kaybettik ve çekilmek zorunda kaldık. Biz de ne yapalım ne yapalım dedik. Hasan hocayla görüşüp burada bir yer almaya karar verdik. “Avrupa Milli Görüş Teşkilatları” adı altında Milli Görüş o zaman Avrupa'da yeni kurulmuştu. İlk başkanı Dr. Zeynel Abidin'di. Benim dernek başkanlığım zamanında Hasan Damar ağabey ve rahmetli Hasan hoca Beringen'e geldiler. Beni çağırdılar. Dernek odasında ayet ve hadis okundu. Elimizden geldiğince o gün bugündür Allah ve Resulü yolunda İslam’ı yaşamak ve yaşatmak adına hizmet ediyoruz. O sıralarda hemen cami derneğinin karşısında bir yer bulduk ve aldık. Çok az kişiyle orada faaliyetlerimize başladık."

7) Dünle bugünü kıyasladığınızda hem dini çalışmalar hem de cemaat açısından ne gibi farklılıklar görüyorsunuz?

"Bilhassa gençlere söylemek istediğim bir şey var. O zamanki bizim Milli Görüş olarak yapmış olduğumuz çalışmaları ben Peygamber efendimizin Mekke döneminde yapmış olduğu çalışmalara benzetiyorum. Nasıl ki gizli gizli namaz kılıyorlar, tebliğ yapıyorlar, İslam'ı anlatıyorlardı; biz de aynı öyleydik. Sabahları ders yapardık ilmihal, Hadis, Kur'an okurduk ve sonra da bilmeyenleri yetiştirirdik. Bizi hedef tahtasına koymuştular o seneleri maalesef. Sakallılar olarak lakap takmışlardı dini çalışmalardan ötürü.

Elhamdülillah o zaman az kişiydik ama öyle şuurlu bir cemaattik ki alnımıza kurşun sıksalar üzerine gidiyorduk, geri adım atmıyorduk. O şuurlu kardeşlerimizin atmış oldukları adımlardan dolayı şuanda Avrupa'da çok daha fazlayız ve her tarafta cemiyetlerimiz var. İşte bu başarı o çalışmaların semeresi. Çünkü çok ihlaslı çalışmalardı. Hiç biri üniversite mezunu değildi buradaki çalışmaları yapanlar. O zamanlar Türkiye'den okumuş hocalar müftüler gelmişlerdi. Onlara yalvarıyorduk ‘gelin bize bir şeyler öğretin bu çalışmaları hep beraber yapalım’ diye. Lakin onlar bize o zamanki konjonktürden, Türkiye yönetiminden ötürü, çekimser kalıyorlardı. Köyden gelen, okur yazarı olmayan veya az olan insanlar bir araya toplanarak bu cemiyetlerimizi kurdular  ve bu şekilde bugüne getirdiler."

8) Şuurlu cemaatten bahsettiniz. Peki şu anki gençliğe baktığınız zaman bu şuur hala devam ediyor mu? Yoksa eksikliğini görüyor musunuz? Siz az kişiyle başlayıp çok şey başarmışsınız o kadar mahrumiyete rağmen. Neler söylemek istersiniz?

"Televizyon kanalları bizim zamanımızda yoktu. Cep telefonu  ve internet de yoktu. Bir genç yanımıza gelse bütün vaktini camide geçiriyordu. Şuurlandırma çalışmalarımız vardı. Haftanın altı  günü ders yapıyordum. 3, 5, 10 kişi de gelse o dersler yapılıyordu. Öyle bir azmimiz vardı. Tek tük gençlerimiz vardı. O zamanın çocukları şimdi hepsi aşağı yukarı bu cemiyetin temel taşlarını oluşturmaktalar. Şimdiki gençlik için yine çok memnunum; gurur duyuyorum ama o şuur yok. O günkü şuur yok. Bu yüzden ben Mekke'nin dönemine benzetiyorum bizim dönemimizi. Sahabe-i Kiram peygamber efendimizin önüne gelip, diz çöküp kelime-i şehadet getirdikten sonra hiç bir şey hakkında taviz vermezdi. Müsab bin Umeyr' den örnek vermemiz gerekirse, Mekke'nin zengin yakışıklı genci Müslüman olduktan sonra elinin tersiyle zenginliği itti ve çok sıkıntılar çekti. Peygamber efendimizin etrafında pervaneler gibi döndü. İslami çalışmalara bütün gücüyle yardım ettiler ve o yolda şehit oldular. Nasıl ki Mekkeli Muhacirlerle Medine'deki Ensarlar bir olmazlar, aynı o şekilde. Kur'an-ı Kerim'de de geçiyor ‘önceki Müslümanlarla sonraki Müslümanlar bir olur mu?’ İşte bizim dönem 80'li 90'li yıllar en sıkıntılı zamanlarımızdı ve çalkantılı bir dönemdi.

Hannover'e büyük camimizde İGMG'nin, o zamanlar Avrupa Milli Görüş Teşkilatlarıydı ismi, kongresini yaptık cami dolmamıştı bile. Üç gün orada kaldık. Şimdi ise elhamdülillah yüzbinler var. Şuurlu ve inançlı cemaat çalışmalarının semeresini yüce Allah kat ve kat karşılığını veriyor. Diyorum ki bir şeyh mi arıyorsunuz Allah'ın bir veli kulunu mu soruyorsunuz? Gidin bugünkü cemiyetlerimizde, teşkilatlarımızda beş vakit namazını kılan ve çalışmalar yapan gençlerin ellerini öpün, alınlarından öpün. En büyük veli bunlar!..  Çünkü bugünkü gençliğin ayağına bütün kötülükler serilmiş. Her şeyleri var; para var, araba var ve bütün kötülükler onu çağırıyor ve onu cezbediyor ama elinin tersiyle iteleyip camiye geliyorsa bu genç, çalışmalar yapıyorsa benim için Allah’ın en büyük veli kulu o'dur."

9) O zamanki geçim nasıldı ekonomik olarak darlık çektiniz mi?

"Toplantı olduğunda bilezik sesleri geliyor, diyoruz bu nedir? Bohça şeklinde infak etmeye gelirlerdi. O zamanın darlığı içinde yoksulluğu içinde her bakımdan kazancımızın bir aylığını veriyorduk infak olarak. ‘On bir ay bizim bir ay infakın’ diyorduk.

Ben işsizdim, işsizlik maaşı alıyordum komşum bana ''Seni tanımasam acaba gayri meşru bir iş mi yapıyor derdim'' diyordu. Başkan olduğum için her Cumartesi-Pazar ve hafta içi evden misafir eksik olmuyordu. Evin önünde arabam vardı, dört çocuk büyüttüm. O kadar bereket vardı ki hem infak veriyorduk ve her sene de izine gidiyorduk. Bereket her yerden dolup taşıyordu. İşte en büyük sebebi elhamdülillah bu çalışmalardan dolayı. Peygamber efendimizin ''Siz Allah için verdikçe malınız ekilmez.'' hadisindeki gibi. Az sadaka çok belayı def eder. Vermediğiniz sadaka 10 misliyle başka yerden çıkar."

10) Hac ve Umre yolculuğuna nasıl başladınız?

"İlk haccım 1979 yılındaydı. 1992 yılında Hasan hoca aracılığıyla kafile başkanı oldum. O zaman 67 kişiyle gittik. 2014 yılına kadar hiç ara vermeden devam ettim. Ondan sonra rahatsızlığımdan dolayı iki üç yıl ara verdim. 2019 yılında tekrar gittim. Toplamda 60 sefer gittim; 24 sefer Hac, diğerleri de Umre.  Bıkmadan usanmadan, benim son nefesim dahi olsa yürüyebilsem gel dersler yine giderim. Allah o yolda benim canımı alsın. Aldığım dualar her şeye bedeldir diyorum. Allah'a şükrediyorum nerde olursa olsun her yerde bir tanıdık çıkıyor, ya Hac'dan ya Umre'den."

11) İlk sefer ve son defa gittiğinizdeki hisler nelerdi 2020'de maalesef pandemiden dolayı gidemediniz neler hissettiniz?

"İlk seferi neredeyse unuttum. 1992 de kafile ile gittiğimde o zaman Kabe'yi ilk gördüğünde hayal aleminde gibisin. Bambaşka bir hava o anı yaşamak. Ama her gittiğimde yeni şeyler öğreniyormuşum gibi hissediyorum. Şimdiki Hac ve Umre de altın tasta sunulmuş gibi. Eskiden tuvalet yok, yiyecek yok, su yok, çok sıkıntılı dönemlerdi. Şeytan taşlamada insanlar perişan oluyordu. Şimdi her şey çok daha güzel tabi. Mekke'den Medine'ye Otoban yoktu Bedir üzerinden giderdik. Otobüslerde klima yoktu. Şimdi elhamdülliah teşkilatımız en iyisini yapıyor.

Ama yine de Kabe'yi gördüğümde sanki ilk defa görüyormuşum gibi oluyorum. 2020 de nasip olmadı çok üzücü bir şey.. Şimdi ''Ah'' çekiyorlar gidemeyenler. Yaş sınırı olacak, bir ihtimal otobüsler 50 kişi yerine 25 kişilik olacak. Randevu şeklinde tavaf yapılacak..."

12) Hiç aklınıza gelir miydi bu şekilde olacağı?

"Hiç aklıma gelmezdi. Bu ana kadar Kabe hiç boş kalmamıştı. Bir tavaf anında 30-40-50 bin kişi olurdu ama şimdi 5 bin diyorlar en fazla. Belki de 10 bine çıkarlar. Henüz bilmiyoruz. Allah yardımcımız olsun. Allah bu musibeti insanların üzerinden kaldırsın inşallah."

13) Hac'da veya Umre'de aklınızda kalan bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?

"Hac'da ve Umre'de senelerce gidip geldiğimiz için çok hatıralar var. Doksanlı yıllarda sıkıntılı dönemlerde Arafat'tan çıktık Hacıları getireceğiz. Bazılarını yaya olarak, bazılarını da otobüsle getireceğiz. Yollar o kadar tıkalı ki yaya olarak gitmek daha iyi oluyordu. Bir hacımızı otobüse bindirdim. Siz otobüsle gidin dedim, ben de yaya grubunu getirdim. Biz yaya olarak geldik ama otobüsle gelenler hala gelememişlerdi. O zamanlarda Mısırlı şoförler geliyorlardı. Yolu kaybediyorlardı. Giriş çıkışları bilmiyorlar, oteli bulamamışlar. Döndermişler, çevirmişler, sonunda gece gelmişlerdi. Hacımız çok kızmış. Öyle bir kükrüyor ki böyle barut fıçısı gibi yanına kimse yanaşamıyordu. Hacıya ‘mübarek adam’ dedim. Mübarek deyince yerinden hopladı ‘mübarek sensin’ dedi (gülüyor). O kadar kızmış ki mübarekliği bile kabul etmiyor; onu sanki bir hakaretmiş gibi algılıyor. Tamam, dedim ben mübarek olayım bir şey olmaz. Gönlünü aldım, zar zor ikna ettim. Başımdan çok geçen olay var."

14) Sizden kısa bir özet alabilir miyim?

"Böyle işte Esra kızım, böyle geçti hayatımız ve bugüne kadar geldik. Teşkilatlarımız elhamdülillah Allah'a hamdü senalar olsun bugün dünyanın dört bir yanına nam saldı. Burada Beringen'de biz bir teşkilattık. Bu Limburg civarında dokuz teşkilat olduk. Yani oradaki insanlarımız buraya geliyorlardı. Seksenli doksanlı yıllar meşakkatli çalışmalarımızdı ama şuurlu çalışmalarımızdı, elhamdülillah. Hocamız Rahmetli, Allah gani gani rahmet eylesin, Erbakan hocamız geliyordu. Almanya'da konferanslar, toplantılar, genel kurul yapıyordu. Dünya çapında profesörleri getiriyordu. Allah ondan razı olsun, yani şuurlu bir şahsiyete sahip olduğu için kıyamete kadar bu nesil onu unutmaz. Aleyhte olanlar bile takdir ediyorlar. Vefatından sonra Türkiye'ye cenazeye gittiğimde gazeteleri topluyordum. İnanın en muhalif gazeteler bile onun duruşundan bahsederlerdi. Şuurlu, İslam’ı bilen, İslam’ı yaşayan, İslami bir sistemin kurulması için bütün ömrünü verdi ve onun o şuuru bize tesir etti.

Şimdi yaşlandık. Bölge danışmanlığı yaparak görevime devam ediyorum. Bütün başkanlarla çalıştım. Başkanlar değiştiği zaman soruyorlar ''Emin abi çalışmaya devam etmek ister misin?'' diye. Siz görev verdiğiniz müddetçe ben varım ömrümün sonuna kadar diyorum. Benim yolum Kur'an ve hadis.

Cenabı Allah sizin gibi gençleri; genç kızlarımızı, genç erkeklerimizi, cemaatimizi inşallah eksik etmesin. Allah yardımcıları olsun. Allah sizlere güç, kuvvet, gayret versin. Bu davayı yürütecek olan sizlersiniz."

15) Demin çok güzel bir şeyden bahsettiniz. Cemaat şuurundan, “Şuur dersleri veriliyordu” dediniz. Cemaate sımsıkı sarılmak için şimdiki gençlere ne önerirsiniz?

"Gençlerimize biraz daha onları bu duruma çekebilecek bir şeyler bulmak lazım. Sohbet dinleyen gençlerimiz vardır yok değil ama bugünkü sistem ve internet biraz onları sohbetlerden kaydırmış. Mümkün olduğu kadar gençliğimiz için şuur derslerine çok önem vermemiz lazım. Şuurlanma olmadıktan sonra hiçbir şey beklenmez.  O genç öyle yetişmesi lazım ki Kur'an'da ana babanın hak ve hukukunu, büyüklerin, davanın, peygamberin, Kuran'ın, Allah'a karşı olan sorumlulukların mutlaka bilincinde olması lazım. Bunlara ağırlık vermemiz lazım. Gençleri o tarafa doğru çekmemiz lazım, şuurlu derslerle onları motive edecek şekilde bir şeyler anlatmak lazım. Bir kaç sefer gençlere eski çalışmalarımızı anlattım. Susamış şekilde dinlediler.

Kısacası bizim derdimiz şuurlanma şuurlanma şuurlanma."

16) Son olarak neler söylemek istersiniz?

"Bu mesajım her kime ulaşıyorsa, Allah ve Resulü yolunda gücünüzün yettiği kadar herkes gücünün yettiği kadar çalışmalar yapması lazım. Yani bugün yeryüzünde İslam dinini yok edebilmek için bütün gücüyle çalışanlar var. Dünyanın her yerinde Müslümanlar birbirine girmiş. Zulüm görüyorlar. Bu bakımdan çalışmak lazım. Hiç kimse benimle ne olur demesin. Peygamber efendimize peygamberlik geldiğinde bir kişiydi. Şimdi elhamdülillah milyarlar var. Beringen'de bir kişi vardı sonra iki olduk, dört olduk. Benimle ne olur denmeyecek, gücünüzün yettiği kadar maddi ve manevi olarak kullanacağız. Allah kimsenin taşıyamayacağı yükü yüklemez. Gücümüzün yettiği kadar vereceğiz, yapacağız. Allah rızası için yapıldığında hiç bir zaman maddeyle ona ulaşılamaz. Manevi bakımdan yapılan işlerin değeri şuuru bambaşkadır hazzı da bambaşkadır.

Bu pandemi de Allah'ın hikmetidir. Bu süreç geçtikten sonra inşallah teşkilatlarımız eski durumuna döner ve şuurlu çalışmalara devam ederiz."

Bu içeriği bilgilendirici veya faydalı buluyorsanız sosyal medyanızdan paylaşabilirsiniz!